Bakkalın boncuklu kapı sinekliği bir hışımla açıldı. Boncuklardan çıkan ses resmen, ''Çık ortaya'' dedi ama Resmiye teyzenin sesi boncukları bastırdı. Kemikli ve kırışkın elinin en kızgın parmağını bana dığru sallayıp. ''Bir kere daha Hasan ağana fındık fıstık verirsen bak seni ne yaparım çocuk!'' Bakkal tezgahının ardında gözlerim yuvalarından fırlamış vaziyette zihnimdeki ''ne yaptım acaba gene'' lerle savaşırken Resmiye teyze öldürücü cümlelerini ok gibi gönderdi, ''Bütün gün fındık fıstık elinde saçak kuşu gibi adam tepemde. Birtek ona değil, kimseye verme'' dedi ve geldiğinden daha büyük bir hışımla boncuklu sinekliği sallayarak çıkıp gitti. Sineklik resmen arkamdan ''Verme, verme, verme'' diye eko yaptı.
Resmiye teyze altmış beş yaşında, kocası Hasan Ağa ondan da büyüktür. Kendileri, gençliğinde böyle kara kuru, suratsız, her şeye parmak sallayan biri değilmiş elbette. Kimse anasının karnından kederli doğmuyor. Sadece genç kızların gözlerinde görebileceğiniz o gece yıldızı, gün ışığı, kor alevi parlaklığını söndürecek bir şeyler zamanla çıkıyor. Ve bu memlekette genç kızları çoğu sönerek kadın oluyor. Bizim Resmiye, komşu köyden Ömere aşık o zamanlar. Cayır cayır yanıyor iki satırlık mektuplar. Neticede Resmiye'yi Ömer'e isiyorlar vermem diyor babası, askerliğini yapmamış adama kız vermem. Kaçalım diyor Resmiye mektupta. Olmaz diyor ömer, yapamam askerden gelmeden... Hay sizin askerliğinize diyor Resmiye içinden. Derken çaat! Hasan'a kesiyorlar sözü. Hasan askerliğini yapmış oh mis gibi. Hem de tarla tokat, gırla para... Bir mektup daha yazıyor Resmiye Ömer'e. Sonra bir mektup daha, bir mektup daha ve bir tane daha. İkna ediyor Ömeri. Kaçalım diyor düğün gecesi. Fakat ömer gelmiyor. Resmiye bir hayal gibi yürüyor yatak odasına. Sabah olup da Hasan'ın yatağında ilk kez gözünü açtığında, ''Haydi ömer kalk, sabah olmakta...'' Olayı buraya kadar biliyoruz. Resmiye bu kadarını anlattı yıllarca. Hasan nasıl yendi öfkesini, Resmiyeye neler etti senelerce biz onu bilemeyiz.
Bakkalın camına yazalım öyleyse görünmez harflerle ''Bundan böyle, yasal düzenlemeler uyarınca kadının rızası olmaksızın, fındık fıstık tüketimine izin verilmemekte olup eş rızasıyla gelenler bu hükümün dışındadır..'' . Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı, yazsam daha temiz olacak diye düşündüm. Yoğurt var, yazısını yapıştırırken ''Vaaat taym iz it'' diye girdi Cakalı Ali Abi. Kapıdaki sineklik resmen İngilizce dalgalandı. Motor sesinden anlamıştım geldiğini. Elini uzattı, tokalaşırken ''hav ar yu bakalım?'' dedi. ''Fayn tenks de noluyor gene sabah sabah?''dedim. '' yes it iz'' dedi ''Yaz geldi daha ne olsun'' Ali abi bu kadar ingilizce bilir. Üç cümle. Anlaşmamıza yetiyor. Döküntü bir motosikletle gelir motosiklet bazen çalışır bazen çalışmaz. Motoru çalışmadığında kendi
yayan gider biz motoru gelen geçenin traktörüne bağlarız. Cakalı adam işte motorunu hususi araç tutuyor icabına.
Ali Abi Bursa'da işe girmiş zamanında. Tabakhanede çaycılık işi. Patronun bir dostu varmış dehşet güzel. Güzel kadın başa bela hav ar yu? Kadın güzel arada başkaları var derken çekmiş silahı patron, dan dan dan ... Olmaz demiş Ali abi, koca patron hapis mi yatacak? Almış silahı... Kadın güzel yes it iz. Almışlar Ali abimi içeri. Kadın uğruna değilse bile patron uğruna hapse almışlar Ali Abimi. Gel zaman git zaman patronun oğluyla karşılamış bir gün Ali Abi.
''Ne emekliliği yahu! kaç yıldır hapisteyim çalışmadım ki. Nerden bulam emekliliği vat taym iz it haberin var mi senin?''
Biz yatırdık senin sigortanı'' demiş oğlan.
''Yapma yavvvv'' demiş Ali Abi yüreği yerinden çıkarak.
Gülmüş oğlan '' yes it iz.
Ali abi birkaç kez daha hal hatır sordu sonra gitti. Motor çalışacak mı diye bekledim oturduğum yerde. Çalıştı. Bakkalın önünde bi tur atıp el salladı. '' Yessss it izzzzz'' Onun arkasından Almancı İbrahim amca geldi bakkala. ''Vas is das çavuş'' dedi adımını atarken '' Danke şön amca dedim, cümlemize gutın morgın...' Onu dinlerken''Yoğurt var '' yazısını tek bant tumadı. Yanlamasına aşağı yamuldu kağıt. Düzeltirekn düşünüdüm. Bakkalda yoğurt var, gazoz var, türkçe yok..