5 YAŞINDA
Duygu dolu, gerçek hayattan bir öykü... Keyifli okumalar diliyorum.
5 YAŞINDA
Henüz 5 yaşındaydım. Hayatımın birçok bölümünden çok daha net hatırladığım bir kısımdır. İki anne ve bir sürü kardeşle yaşamak, sene 2008… Hayatta mutlu anlar üzücü olanlardan daha kısa sürer gibi gelir bana, belki de bu yüzden o dönemler benim için kalıcı etki bıraktı. Hakkari’nin ’’Kırk Konutlar’’ isimli bir yerinde oturuyorduk. Yan yana üç tane bina ve ortasında geniş bir alan. Oraya gitmek için çıktığımız upuzun bir yokuş da vardı tabi. Tarifsiz bir yokuştu bu benim için çünkü belli bir yerine geldikten sonra çocukların zıplayıp oynadığı bir yer vardı. Annemle çarşıdan her dönüşümüzde beni oraya götürürdü, doyasıya zıplar, eğlenirdim. Hatırladığım güzel bir iki şeyden biriydi.
Bir abim vardı ismi Tuğkan. Onun varlığı benim için paha biçilemezdi. Onca kardeşin arasındaki tek öz kardeşimdi. Diğer kardeşlerimin hepsi kızdı ve biraz hareketliydiler. Onlar evde koşarken korkardım, kedi gibi koltuğun bir köşesine geçer onları izlerdim sessizce. Bana karışmazlardı ancak aralarına da almazlardı pek. Tuğkan abim onların bana yansıttığı bu eksikliği gideriyordu. Hiç unutmam bir gece uyumadan önce cebinde sakladığı çikolatayı çıkardı ve bana verdi.
- Bu nedir?
- Bunu al, sessizce ye. Onlara da söyleme…
Neden böyle yaptığını daha o yaşta bile kavrayabiliyordum. Diğer kardeşlerim yemek veya başka bir şey olduğu zaman odalarına götürür ve kapıyı kilitlerlerdi, saatlerce de çıkmazlardı. Her ne kadar böyle olsa da onların arasından birisiyle çok iyi anlaşıyordum, adı Nur’du benden bir yaş büyüktü. Kardeşlerim arasında bana yaşı yakın tek kişiydi. Onunla evcilik oynar, bebek giydirirdik. Tuğkan abim çoğunlukla köye giderdi, ben de bu zamanlarda Nur’la oynardım. Sevecen ve hareketli bir kızdı, upuzun sırma saçları vardı. Bugün halen parmağımda onun izini taşırım. Sinirlenip kapıyı çarptığında serçe parmağım arasında kalmıştı. Bir daha dönemediğim memleketimin bende kalan tek iziydi.
Kavga gürültü evde pek eksik olmazdı ancak küçük olduğum için bu problemlerden daha az etkileniyordum. Beni en çok kendine çekip üzen olay sabah olunca annem ve babamın işe gitmesiydi. Aynı işte çalışıyorlar ve beraber arabaya binip gidiyorlardı, onları balkondan izlerdim. Araba giderken annem onca saat yanımda olamayacak diye ağlardım. Zaten yalnızca Tuğkan abim ve annem bana farklı gelirdi. Babamı da severdim ancak diğer kardeşlerimle o evde annemsiz kalacak olmak beni korkuturdu. Bazen Nur’la güzel oyunlar oynasak da onlar çıkacağı zaman veya odalarına geçeceği zaman beni tek bırakırlardı. Yalnızlık duygusunun nasıl olduğunu tam kavrayamasam da benim için annemin yokluğunu ifade eden bir kavramdı, o yoksa yalnızlık benim için başlardı. 14 sene sonra dahi bu hissin hiç değişmemesi de anneme hissettiğim bağlılığımı açıklıyor kendime… Kırmızı bir arabamız vardı. Ne heybetli ne güzel bir arabaydı! Nur’la ön koltuk için kavga ederdik yenişemezsek de beraber otururduk. İşte o arabanın önünü kestiğim günler benim mutluluk anlarımdı. Babam okey oynamak için çıkardı, ben o arabanın önünü her kestiğimde babam harçlığımı verirdi. Bakkala koşuşumu kelimeler tarif edemez! Bakkal formülü tutmadığı zaman da fazla üzülmezdim babam arabanın bagajında mutlaka benim sevdiğim çikolatalardan koyardı, gelişinde onlardan alırdık. Bir iyi bir kötü, karışık duyguları aynı anda bu denli yaşamak benim için benzersiz bir tecrübeydi. Dışarda bunlar yaşanırken eve girdiğimde annemin veya abimin dayak yediğini görebiliyordum. Bir anlam veremesem de görmek yetiyordu. Zaten o dönemin bendeki kalıcılığını arttıran da buydu, kimse bana bir şey anlatmasa da ben görüyordum ve yine ben anlamlandırıyordum. Yıllar sonra o yaşımda olan birçok şeyi sonradan öğrenip anımsadım.
Bu yaşantı içinde en çok üzüldüğüm kardeşim Sedef’ti. Hastaydı ve uğraşması zordu. Her sinirlendiğinde annemin dolabını yumruklar, tekmelerdi. Bir defasında Nur’u alıp yere vurdu, o zamandan sonra sinirli anlarında ondan uzak durdum. İyi bir kızdı ama bana göre çok yanlış bir ailenin içindeydi Sedef. Özel ilgilenilmesi gereken bir durumu olsa da böyle bir ortam yoktu. Onun ve diğer kardeşlerimin annesi Naciye de onunla çok ilgilenir gibi gelmezdi bana. Naciye annem değişik bir kadındı, ağzı kocamandı iş yaparken gülmese de gülüyor gibi bir ifadesi vardı. Annemle çok tartışırlardı. Annem gibi de değildi zaten. Annem medeni ve güzel bir kadındı. Birçok şeye susardı ancak onun hüzünlü olduğunun farkındaydım. Gülüp eğlendiği bir an hatırlamam da zaten. Benimle beraberken gülümserdi o en güzel gülümsemesi ile. Bana farklı baktığını bilirdim, özel bir bağımız vardı. Bu günlerin sonunun geleceğini de rüyalarım haber verirdi. Çocuk da olsam şiddetin, hakaretin, mutsuzluğun ve bozuk bir ailenin içinde olduğumu bilirdim. Kardeşlerimden yalnızca birisi öz, birisi hasta, diğerleri ise kendi halinde; babam şefkat abidesi olsa da o günlerde sinirli bir adam, annem de çoğu şeye susan-sessiz kalan kişi… Tüm bunların içerisinde 5 yaşında göreceğim rüyaların da bana katacak pek bir şeyi yoktu. Çoğu rüyamda beni uzaktan izleyen bir karaltı görürdüm. Kimseye de anlatamazdım, nasıl anlatılır ki zaten kimse de inanmaz. Ama bir tanesi var ki çok net hatırlarım. Rüyamda eve gelen kişiler vardı ve onların kötülük olduğunu biliyordum. Annem sanki onları oyalıyor gibiydi ve yanıma geldi:
- Anne buradan gitmeliyiz!
- Korkma oğlum, hemen şimdi gideceğiz…
5 yaşında bu rüyayı görmek bana şaşırtıcı gelmemişti belki ama nasıl anlatacağımı da bilemiyordum. Bilmeme de pek gerek olmayacaktı. 2009’un bahar aylarıydı. Sabahın erken bir saatinde evden tek bir eşya dahi alamadan ayrılacaktık. Çıkarken vedalaşmak istediğim tek kişi babamdı. Yatak odasındaydı, yüzüstü şekilde uzanıyordu, ağladığını anlamıştım. Kapıda birkaç dakika bekledim ama bana dönmedi ben de seslenemedim, sesim sanki çıkmıyor gibiydi. Ne hissedeceğimi de bilemiyorken kapıdan çıkarken buldum kendimi. Sanki o anda hayatımın oraya ait bölümü sonlanmıştı. Daha sonrasını hatırlamamak nedendi bilmiyorum. Ne öncesi ne de sonrası vardı, tek bildiğim 5 yaşımdı…
Semih Berke AYDIN - fani